Sintra, Portekiz’in başkenti Lizbon’un 30 km batısında bir yerleşim. Sintra’nın Kültürel Peyzajı, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunuyor. Burası gezginlerin çoğu tarafından Portekiz’de gezilecek en güzel yer olarak belirtiliyor. Siz de Portekiz’e gelince özel yerlerle tanışmak istiyorsanız; Sintra, Cabo da Roca ve Cascais’i listenize almalısınız.
Endülüs-Portekiz seyahatim sırasında Cordoba’dan 1,5 saat tren yolculuğuyla Sevilla’ya, Sevilla’dan da 7 saatlik otobüs yolculuğuyla Portekiz’in en kalabalık, en zengin, en büyük şehri olan başkent Lizbon’a geldim. Otobüste tanıştığım Arjantinli Kathy ve Meksikalı Acel ile birlikte otobüs terminalinden Lizbon şehir merkezine indik. Sabah saat 6:00 olduğu için açık hiçbir yer bulamayınca benim kalacağım hostele giderek onların çantalarını emanete bıraktık. Bende zaten ufak bir sırt çantasından başka birşey yoktu. Böylece hemen Sintra’ya doğru yola çıktık.
Sintra nerede? Sintra’ya nasıl gidilir?
İçindekiler
Lizbon‘un Rossio durağından trenle Sintra’ya gelmek 45 dakika sürüyor. Trenler her 20 ya da 30 dakikada bir kalkıyor. Önemli not: Biletinizi sakın atmayın! Çünkü Sintra’ya gittiğiniz zaman ya da Lizbon’a geri döndüğünüzde turnikelerden çıkabilmek için o biletleri tekrar okutuyorsunuz.
Sintra’da gezilecek yerler listesi
Sintra yüksek tepelerin ortasında kurulmuş. Sintra’nın Kültürel Peyzajı, UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde bulunuyor. 19. yüzyılda başlayan romantizm akımına göre yapılan Portekiz monarşisinin yazlık konutları burayı çok özel bir hâle getiriyor.
Parque Pena (Pena Parkı)
Buraya vardıktan sonra ilk gideceğiniz yer masalsı Castelo da Pena Sarayı olmalı. Sarayı görmek uğruna Parque Pena (Pena Parkı)’nın içinden geçip 1 saat tepelere tırmanmanız gerekiyor. 1.5 saat tren, 7 saat otobüs ve 45 dakika tren seyahatinin üzerine hiç uykusuz hâlimle bu 1 saat tırmanışı gerçekleştirebildiğim için kendimle gurur duyuyorum.
Bu yol hem uzun hem dik ve dönemeçli olduğu için oldukça yorucu ve herkese uygun değil. Buraya daha rahat gelmek istiyorsanız tren istasyonun çok yakından kalkan hop on-hop off otobüslere binebilirsiniz. Bu otobüslerin günlüğü 15 EUR. Alacağınız tek günlük biletle Sintra merkez, Pena Sarayı, Quinta da Regaleira, Cascais ve Cabo da Roca’ya gidebilirsiniz. Yalnız bu otobüsler Pena Sarayı’nın girişinde bırakıyor. Yukarıya çıkmak için parkın içinden kalkan transfer araçlarına 3 EUR’ya binebilirsiniz.
Pena Parkı göller, çeşmeler, mağaralar, şapeller ve kral heykelleriyle süslü. Baharın gelmesiyle iyice yeşeren, 2.200 hektarlık alana oturmuş olan parktan saraya yürüyerek çıkıyorsanız zahmetli olduğu kadar da keyifli bir yürüyüş yapacaksınız. Uzak sömürgelerden getirtilen nadide çiçekleri gördüğünüzde de parka bayılacaksınız.
Pena Sarayı
Pena Sarayı yüzyıllar boyunca az sayıda rahibin yaşadığı küçük bir Orta Çağ manastırıymış. 1755 Büyük Lizbon Depremi’yle yıkıldıktan sonra 19. yüzyılda Kraliçe Maria II ve Kral Ferdinand II tarafından manastırın üzerine kraliyetin yazlık sarayı olarak yaptırılmış. Monarşinin sona ermesinin ardından da 1910’da müzeye çevrilmiş.
Olağan dışı görüntüsüyle uzaktan bile bizi büyüleyen Pena Sarayı’nın ana kapısından geçerken gözümüz kapının üzerindeki Kral Ferdinand II’nin tacına ve Portekiz armasına takıldı. Biraz daha ilerleyince bir o kadar sıra dışı ve de ürkütücü olan başka bir kapıya vardık. Burada da istiridye kabuğuna oturan, bedeni insan, bacakları balık olan bir canlı heykeli gördük. Bu heykel Portekizliler’in denizci bir millet olmasını simgeliyor. Bu kapıdan da geçip sarayın içine girdik.
Sarayın içinde kuleler, kraliçe ve kralın odaları, büyük salon, mutfak ve şapel var. Çok büyük olmayan sarayın bana göre en etkileyici yönü konumu ve mimarisi. İçinden her an Hansel ve Gratel çıkacakmış gibi hissettiren saray, şimdiye kadar gördüğüm saraylardan oldukça farklı.
Pena Sarayı’na her saat sınırlı sayıda ziyaretçi alınıyor. Bu nedenle biletinizi önceden online almanızı öneririm. Oldu da online bilet alamazsanız, ya da geldiğinizde bilet bulamazsanız sarayın dışını yarı fiyatına gezebilirsiniz.
Pena Sarayı’ndan ayrıldıktan sonra bir süre buranın büyüsünün etkisinde kaldık. Bu gözler bunu da görecek kadar şanslıymış diye düşünmeye başlamıştık.
Sintra Merkez
Pena’yı gezip yorulduktan sonra oldukça sevimli olan tarihi merkezde yemek molası verebilirsiniz. Bu arada yediğim sardalyayı (sardines) hiç beğenmediğimi söylemeliyim. İçi de dışı da temizlenmeden pişirilen balık, bence Türkiye’de tattığımız lezzetlere çok uzak. Bundan sonra Türkiye dışında deniz ürünü yiyeceksem sadece ahtapot ve kalamarla takılacağım. Tatlı olarak ise buraya özel içinde peynir olan queijada tatlısını deneyebilirsiniz.
National Palace (Ulusal Saray – Şehir Sarayı)
National Palace (Ulusal Saray – Şehir Sarayı) kasabanın Old Town bölgesinde kalan ve 10. yüzyıla tarihlenen bir saray. İlk olarak şehir Müslümanların elindeyken yapılmış, ardından Portekiz kralları tarafından yenilenmiş. 16. yüzyıldan 1880 yılına kadar kraliyet ailesi tarafından yazlık saray olarak kullanılmış. Portekiz Cumhuriyeti’nin 1910 yılında ilanından sonra ulusal varlık listesine alınmış, sonradan da müzeye dönüştürülmüş.
Quinta da Regaleira
Sintra merkezden 10 dakikalık bir yürüyüşle Quinta da Regaleira’ın girişine ulaşıyorsunuz. Sarayın asıl merak edilen yeri olan kuyu, girişin yukarısında kalıyor. Gezinizde kolaylık olması açısından önce yukarı çıkıp kuyuyu görmenizi, sonra sarayın diğer kısımlarını ziyaret etmenizi öneririm. Şimdi gelelim buranın hikâyesine.
Quinta da Regaleira 1697 yılında yapılmış ve dönemin zenginleri tarafından yerleşim yeri olarak kullanılmış. 1892 yılında bir Portekizli entomolojist (böcek bilimcisi) olan Carvalho Monteiro tarafından satın alınmış. 1910 yılına kadar Roma, Gotik, Rönesans ve Manuelin tarzlarında yeniden inşa edilmiş. Saray 1942 ve 1987 yıllarında başka aileler tarafından satın alınmış. 1998 yılında ise restore edilerek halka açılmış.
Sarayın içinde bulunduğu parkta 2 adet kuyu var. Bu kuyular daha çok yer altı kulelerini andırıyor. Bu ilginç yapıların çeşitli ritüeller ve ayinler için kullanıldığı söyleniyor. Mason ayinlerinin de yapıldığı kuyularda tam olarak neler yaşandığı ise hâlen gizemini koruyor.
Bu 2 ayin kuyusu, yerin altında bulunan tünellerle birbirine bağlanıyor. Tünellere girerseniz kaybolmanız an meselesi. Yalnız görüntüleri o kadar ilgi çekici ki kuleler sayesinde buranın Portekiz’in en önemli turistik cazibe merkezi olduğunu bile söyleyebilirim.
Cabo da Roca
Sintra merkezden otobüse binerek Avrupa’nın en batı noktası olan Cabo da Roca’ya geldik. Oldukça kalabalık olan Cabo da Roca’da biz de okyanus kenarına vuran dalgalarla fotoğraflarımızı çektik. Zaten burada başka enteresan birşey de bulamadım.
Cascais
Cabo da Roca’dan tekrar otobüse binip Cascais’e gittik. Burası Atlas Okyanusu kıyısında sevimli bir kasaba. Geçmişin balıkçı köyü, 19. yüzyılda Portekiz sosyetesinin yaptırdığı lüks villalarla önem kazanmış.
Sahilinde yürüyüp ara sokaklarını keşfettikten sonra buraya da veda vakti geldi.
Lizbon – Sintra için gidiş-dönüş aldığımız tren biletinin dönüş kısmını Cascais – Lizbon için kullandık. Okyanus kenarından giden trenden okyanus ötesinde batan güneşi izleyerek romantik bir yolculuk yaptık.
Lizbon’a gelince bir gününüzü Sintra – Cabo da Roca – Cascais üçlüsü için ayırmanızı şiddetle öneririm. Hem tarih hem okyanus kokusunu birleştiren bu gezi bence Lizbon’un olmazsa olmazı.
Keşfetmeniz dileğiyle…
Siz de fikrinizi belirtin